aklınızda bulunsun diye sesleniyor arkamdan pastaneci, herkesin öksürdüğü şeyler olabiliyor. yürüyorum, midemdeki kremalı bulamaçtan sesler geliyor. herkeste aynı etkiyi yapmıyor diyor pastaneci, benimle birlikte yürüyor olduğunu şimdi farkediyorum. varsın yürüsün. lütfen diyor lütfen bekleyin, benimle birlikte koşuyor. isterseniz geri dönelim diyor, omuzumu tutunca duruyorum. biliyorsunuz pastaneye bakmam lazım ve sizi bu durumda bırakamam. koşmaya tekrar başladığımda, artık peşimden gelmiyor. bari güzel şeyler düşünmeye çalışın diyor, ayıları falan mesela. pastanecinin söylediği son sözler ağacın altında çıkarmaya mecbur bırakıyor beni. yere saçılmış bulamaca bakıyorum. feci derecede pastaneciye benziyorum.

önümde duruyor

Pazar, Temmuz 5

komposto isteyenler

masada oturuyorum. etrafta bir kalabalık. önümde bir tepsi. tepsinin içinde saymadım ama bir sürü bardak. ve bardaklara sürahiden hep aynı sesle dökülen kompostonun sesi. ve rengi. koyu pembe, vişneli. sonra baş ağrısı baş ağrısı. neyin var neyin var. noldu noldu.

biraz bebeklerden konu açılır kubbe vardı üstümüzde. bana hiç iyi gelmedi dedim bu hava böylece. halbuki kubbe ne kadar güzeldi.

kaldırımın kenarına otururken gördüm mesela en son. o zaman iyiydik bile.
koyu pembe, vişneli mi bilmiyorum. içmedim.

Pazar, Nisan 26

kötü olunca böyle oluyorum yavrucuğum

elindeki poşetleri kapının yanında yere bıraktı. bana doğru yaklaştı. az önce çok kötü oldum dedi. size nasıl yardım edebilirim dedim. ona nasıl yardım edebileceğimi sordum. o beni duymamış gibi yaptı ama aslında böyle birşey mümkün değildi. çünkü yeterince yüksek sesle söyledim. duymaması fizik kurallarını hiçe saymak olur. duydu beni ama umrunda değildi ne dediğim. en yakındaki sandalyeye oturdu. hala ne kadar kötü olduğunu mırıldanıp duruyordu. neden bu kadar kötü oldum acaba dedi. gözlerime bakıyordu. gerçekten merak eder bir hali de vardı. sanki bu kez cevabımı duymazdan gelmeyecekti. ama kendimi riske atmadım. onu duymazdan geldim. ve bir bardak su getirmek için mutfağa yürüdüm. önüne koydum suyu o hala bana bakıyordu görebiliyordunuz. ve yemin ederim merakından ölüyordu. neden bu kadar kötü olmuştu. ağzının kenarından akan suyu izliyordum.

eliyle ağzından akan suyu sildi ve keşke bu kadar kötü olmasaydım dedi.

Salı, Kasım 18

yanıma bir yardımcı almayı planlıyorum. geç bile kaldım. şimdilik sadece iki kişi geldi. başkaları da gelecektir. öyle umuyorum. eğer ikisinden birini seçmek zorunda kalırsam ikisini birden seçerim diye düşünüyorum. şimdilik planım bu. içlerinden biriyle başbaşa kalmayı istemem doğrusu. sarışın olanı akıllı birine benziyor. ama yine de onunla başbaşa kalma riskini göze alamam. geçmişiyle ilgili tüm soruları "bir dönem koro çalışmalarına katıldım" diye yanıtlayan birine ne kadar güvenebilirsiniz. Öbürüne daha da güvenemiyorum. Keşke ona güvenebileceğimi söylemeseydi gözümün içine bakıp.

gidip vitrindeki ilanı kaldırır.
"ŞU BEYAZ AYAKKABILARDAN BİR ÇİFT DAHA ALMALI" diye düşünür.cebindeki bayat bisküvilerden birini ağzına atar.

Cumartesi, Ekim 11

ama konu bu değil. konunun bununla yakından uzaktan ilişkisi yok. o yüzden rahatla, koridoru boylu boyunca yürü ve karşına çıkan pencereden dışarıyı izle. bugün önüne çıkan tüm fırsatları değerlendireceksin.

Çarşamba, Eylül 17

dearest

hepimizi seviyorum. hepsini hep beraber ve herşeyimizi seviyor seviyor seviyorum. hep seviyorum hem de. heryerimizi heryerimle seviyorum. hiç bu kadar sahici konuşmamıştım. sevgilim.

adam aldığı pasta için eğer yazım güzelse not yazıp yazamayacağımı sordu. eğer bunları yazacağımı bilseydim baştan reddederdim el yazımın güzelliğini. bırak yazı yazmayı pastayı yapmazdım bile. sevdiceğim.

gondollu adamla telaş

burada ineyim ben. mümkünse şu sağdaki sarı ağaçları geçince inmek istiyorum. orada ineceğim ve gitmem gereken yerlere yürüyeceğim hızlıca. aman allahım saat üç oldu ve ben hala gitmem gereken yerlere gidemedim. şu sarı ağaçları geçince insem iyi olacak. inince elimi çabuk tutmalıyım. eğer biraz daha hızlı sürebilirseniz harika olacak. hatta acele etmeme bile gerek kalmayabilir eğer hızlı sürerseniz. hızlı sürünüz! böylece beraberce inebiliriz sarı ağaçları ardımızda bırakınca.

evet burada inelim.

sizinle tartışmayı hiç istemem, hele benim için yaptıklarınızdan sonra, ama gondolunuzu kıyıda bırakmalısınız. anlayın lütfen. onu peşimizden sürüklemek bizi çok yavaşlatır.
yavaşlatır yavaşlatır yavaşlatır yavaşlatır yavaşlatır yavaşlatır

aptallaş

görünüşe bakılırsa gitgide aptallaşıyorsun.
bunu bana sen söyledin "görünüşe göre.." dedin "..gitgide aptallaşıyorum". sen öyle söyleyince şaşırdım mı şaşırdım ben de. ve bunu dedim işte gitgide aptallaşıyorsun dedim görünüşe bakılırsa.
en son orada kaldık.

Perşembe, Eylül 11

ne yalan söyleyeyim diyor şarkının birinde ne yalaaan söyleyeyiiim diyor nağmeli nağmeli.

Cuma, Ağustos 29


saçlarının seyrekleşmesini izlemek hoşuma gidiyor nedense. bir süre saçlarını tümüyle unutuyorum ve uzun bir aradan sonra varlıklarını tekrar fark ettiğimde sayıca biraz daha azaldıklarını görmek hoşuma gidiyor. elbette iyi bir şey değil saçlarının azalması aynısı bana olsa ağlardım herhalde.

ama iyi kötü farketmiyor ki hoşuma gidiyor.

Pazartesi, Ağustos 25

kafasına kırmızı bir kurdele dolamış ve arkamdan kulağıma eğilerek fısır fısır birşeyler anlatıyor. önceleri bir şey demedim. zararsız şeylerden bahsediyordu haritalar, parmaklar ve tavanlardan konuşuyordu durmaksızın. biri olmadan bir diğeri olamaz diyordu. öyle bir bağla bağladırlar ki birbirine diyordu daha da fısırdayıp.

biraz daha konuştu. yer yer hoşuma da gitmiyor değildi söyledikleri. ne dediğini anlamıyordum ama söyledikleri kulağa hoş geliyordu.

ama sonra duvardaki o berbat posteri çıkarma konusundaki düşüncelerini ikinci kez benle paylaşmaya kalktığında dinlemeye devam edemeyeceğimi fark ettim. aynı şeylere bir kez daha katlanamazdım. ve bir sus allahaşkına dedim. kafam şişti.

Çarşamba, Temmuz 30

iki adam yolda yürüyorlarmış. içlerinden biri bu akşam halletmesi gereken çok önemli meseleler hakkında konuşuyormuş, yapması gereken iki saatlik yolculuk ve bu yolculuk sonunda olacakları anlatıyormuş diğerine. diğeri de onu dinliyormuş. ama sonra üçüncü bir adam yanlarına gelmiş ve o da kendince önemli şeyler anlatmaya başlamış diğerlerine. sonunda her şey öylesine önemli bir hal almış ki, üç adam konuşmalarına bir pastanede devam etmeyi uygun görmüşler.

Bunu nedense hergün dükkanıma uğrayan şişman kadın için yazdım.

Cuma, Temmuz 11

ggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggöt

Cuma, Haziran 20

bugün limonata servisimiz yok: bir misafir bekliyoruz.

içerideki 11 sandalye hiç bu kadar canını sıkmamıştı.
sekiz tane olsa neyse diyorsun içinden ama bu kadarı çok fazla.
yine şu inançlı günlerinden birini yaşıyorsun ve bir bakıyoruz ki üç sandalye kapının dışındaki yerlerini almışlar bile.
biri gelsin alıp götürsün şunları: burada hepimiz heyecanla bunu bekliyoruz. biri gelmeli ve bunların hepsini alıp götürmeli diyoruz hep bir ağızdan. senin için çok rahat: kapının dışı seni hiç ilgilendirmiyor. sonsuza dek orada kalacağı yok ya diyorsun poz yaparak. başına neler açtığının farkındasın.

kimse sandalye istemiyor artık.

Pazar, Haziran 1

Salı, Mayıs 13

karşı kaldırımda dikilmiş sana bakan adam aslında sana bakmıyor, sana doğru bakıyor ama sana baktığını söyleyemem. bu durumda en doğru olanı yapıyorsun, sana baksın ya da bakmasın: sen ona bakıyorsun.

Cumartesi, Mayıs 3

evin içine ikinci bir merdivenin gerekli olduğunu yeni farkettim diyor. neden canım istediğinde odamdan bahçeye inemeyeyim bahçeyi çiğneyip bir iki sokaktan geçip gölün kıyısına doğru yola koyulmayayım, bir iki çiçek toplayıp neden ceplerimi doldurmayayım çimenlerle, düşmeyeyim kolumun üzerine, canımın acısından koşmaya başlamayayım, bir iki sokak geçip merdivenleri çıkıp başladığım yere dönmüş olmayayım, neden dolaptan çıkardığım çekiçle evdeki tek merdiveni parça parça etmeyeyim.
romantik biri olduğunun o da farkında ve kendiyle barışık.
ama keşke geri dönsem.

Pazartesi, Nisan 28

gecenin köründe canının şiddetle zeytin istemesi ve sabah yemediğin her zeytin için kendini kötü hissetmen. tabağına sadece 2 tane almıştın o yüzden sorun yok.
bu da oldu ya diyorsun artık hiçbir şey beni şaşırtamaz. her açıdan kendini tutuyorsun.

yarın parka gideceğim yazıyorsun önündeki kağıda.

ben inanmıyorum.

Pazar, Nisan 13

fazla sıkıcı bir yer sayılmasa da sıkılanlar oluyor yine de. sen de anlamalısın: sonuçta tabağın da bardağın da boşaldıysa artık yapabileceğin bir şey yoktur. biraz peçeteyle oynayabilirsin. o da yeterli değildir seni durdurmaya.
aklıma da pek bir şey gelmiyor. tepside bardaklarla birlikte makul boyutlarda toplar götürülebilir mesela. onları bir süreliğine oyalar. icabında bir şeyler kırılıp dökülebilir, bu da sana zaman kazandırır.

duşa girmeden önce on yıldır aynı havluyu kullandığını farketmen ve duşa girmekten vazgeçmen.
böyle bir şey olmadı.

Cumartesi, Mart 29

tüm bildiklerimi size bağışlıyorum. bildiklerim sizin oluyor, bunlara portakalın tatlılarda kullanılırken çok dikkat edilmesi hatta belki de hiç kullanılmaması gerektiği bilgisi de dahil. belki bir iki kitap ismi; kariyerinizde size yardımcı olabilecek. okumanız şart da değil. benim size aktardığım kadarı yeterli olacaktır. ne kadar sevinseniz az bu durumda. sinirlenmek iyidir mesela bunu öğreneceksiniz. ama iyi olduğunu bile bile nasıl sinirlenmeyeceksiniz şaşıracaksınız.
emsalsiz bir fırsat. kimsenin söyleyemediği şeyleri söyleyebileceksiniz rahatlıkla. üzerinde "portakallı kurabiye cinayettir" ya da "portakal suluyken güzel" gibi yazıların bulunduğu peçeteler yaptıracaksınız hiç vakit kaybetmeden. en güzeli de hiç çekinmeden tekrar tekrar aynı şeyleri tekrarlayabileceksiniz.

hayır, ben teşekkür ederim.

Pazartesi, Mart 24

çaktırmadan onları dinliyorsun. ikisinin de ağızlarının kenarı vişnelenmiş. bu halleriyle ciddi şeyler konuşmaları senin önümüzdeki iki - üç hafta yerli yersiz gülümsemelerin için yeterli bir malzeme. kabul et her şey alabildiğine güzel aslında diyor biri diğeri bir türlü kabul edemiyor olacak ki. bir taraf belirlemen şart bu durumda. hep güzelden yanasın: masadaki vişneli payın tarafında.

Salı, Mart 18

en çok hangisini pişirmek hoşuna gidiyor diye vitrine göz atıyorsun. S şeklindeki kurabiyeler değil kesinlikle, onu eledin. aslında yıldız şeklinde bile olsa kurabiyelerin hiçbirini hazırlamaktan hoşlanmıyorsun. "yiyimi gibi yapılışı da kurudur" bu cümleyi bilmem kaçıncı kez kafandan geçiriyorsun ama henüz söylemeye fırsatın olmadı. krema hazırlamak tam sana göre bir iş bu yüzden de.
ama artık vitrine bakmıyorsun, ayaklarının dibinde ezilmiş bir ahududuyu fark ediyorsun.

tıpkı senin gibi benim de referanslara tahammülüm yok.

eskiden söylediğin şey aklıma geliyor: istiyorsun ki biri bir kalemden bahsetsin bir yerde ve bir daha asla ama asla o kalemden bir daha bahsetmesin.

***
aramızdaki farklardan biri de senin asla oturup aramızdaki farkları düşünmeyecek olman. bu benim işim. mesela bugün başka bir tane farkettim. ben mektup yazmanın güçlüklerinin farkındayım. sense oturup mısırın ne kadar güzel bir şey olduğunu düşünüyorsun. seni anlamamam da mümkün değil bir yandan: mısır gerçekten de akılalmaz derecede güzel.

zaten üçgen diye birşey de yok.

Pazar, Mart 16

etrafında duran şeylerle birlikte geometri oynuyorsun.mesela sen, kapı kolu ve tavandaki ampullerden en sağda olanı bir üçgen oluşturuyorsunuz bundan eminsin. ama geometrinin en güzel yanı emin olmadığın tarafı. masanın köşesi, pastanın üzerindeki çilek, duvardaki saat ve sen bir dörtgen oluşturamayabilirsiniz pekala. bu pek mümkün değil.
üçgenlerle oyalanıyorsun.

Pazartesi, Mart 3

en üst rafa sandalyeye çıkmadan ulaşabiliyorsun. hayır beni yanlış anlıyorsun bu hiç de kötü bir şey değil. böylece eline geçen tüm gereksiz şeyleri koyabileceğin fazladan bir rafın oluyor. bu bulunmaz bir nimet. ne kadar dağınık olursa olsun hem. ne de olsa raf en uzun müşterilerinin bile göremeyeceği bir yükseklikte.
sanıldığından da uzun boylusun.
önlük seni kısa gösteriyor.

Salı, Şubat 26

o malum yere gelmeden önce yol hafifçe sağa doğru eğriliyor.
tam yolun eğrildiği yerden geçerken, artık nereye gitmekte olduğunun hiç bir önemi kalmıyor. sonuçta yol hafifçe sağa doğru kaykılıyor. ve bu bir yolun şimdiye kadar yaptığı en güzel şey, bunu kaçırmanı göze alamayız.


teşekkür ederim.

Perşembe, Şubat 14

kaç gündür dükkanı kapalı tutuyorsun. bazen bir iki müşteri soran gözlerle sana bakıyor dışarıdan. bazıları cama vuruyorlar. bir tanesi öfkesinden çıldıracaktı neredeyse. ona öyle bakmamalıydın.

aklından neler geçiyor biliyorum ama yine de sormak istiyorum.
şemsiyemi kesinlikle yanıma almam gerektiğini söylüyorsun.
günü geldikçe iki gün geri gitmek istiyorsun her seferinde. tabii ki bizim bildiğimiz anlamıyla değil, sen mantıklı birisin.

bu şuna çok benziyor:

bazen yıldız şeklinde kurabiyeler yapacak oluyorsun, hiç istemediğin halde. buna mecbursun.

Çarşamba, Ocak 23

"nedense sarıya karşı bir zayıflık gösteriyorum, ama bu kahverengi bir gömlek giymeme engel değil, bilmem anlatabiliyor muyum?" yaklaşık bir saattir, sırf dükkana girmeden önce eğilip bağcıklarını bağladı diye oturmuş bu adamla konuşuyorsun. keyfine diyecek yok. limonata bile içtiniz. adam pek konuşan biri değil. ama bir şekilde tekrar geleceğini ima ediyor ve bu seni kızdırmaya yetiyor. alıcı gözle etrafı gözden geçirmesine dayanamayıp, bardakları alıp mutfağa gidiyorsun. "sinsi sessiz" diyorsun içinden. geri dönüyorsun.
adamı kapıya geçirirken "pek de önemi yok" diyorsun gözlerine bakıp. onun için farketmiyor.
arkasından bakarken, "renkleri bir yana bırakıp yeni malzemeler bulmalıyım" diyorsun.

Salı, Ocak 8

siz ne zamandır buradasınız? diyor çöreklerle dolu poşeti elinden alırken. önce ne demek istediğini anlayamıyorsun. sabah 10 dan beri burdayım diyecek oluyorsun ama sonra anlıyorsun, sorduğu şey o değil. duymazdan gelir gibi yapıyorsun, ama şansını tekrar deniyor: burayı ilk kez görüyorum. çekmeceni karıştırmaya başlıyorsun, bildiğin en iyi numara bu. üçüncü kez sormayacağını biliyorsun ama kendini güvenceye almak için, yanıbaşındaki peksimetleri öne sürüyorsun: fırından yeni çıktılar diyorsun. neyse ki kafası pek çalışmıyor. aslında biraz alabilirim diyor.
o çıkar çıkmaz mutfağa koşuyorsun. birazcık rahatlayabilmek için, kendini peksimetlerin altı gün süreyle ilk günkü tazeliklerini koruyacağına inandırıyorsun.

Pazartesi, Ocak 7

bu gidişle kimseye kurabiye satamayacaksın bugün. gerçekten zor bir durum. bir koca tepsi kurabiye. besbelli çöpe gidecek işte. ama sen yine de bekliyorsun. belki çöpe gitmez diye düşünüyorsun. sırf böyle düşündüğün için onları çıkmadan önce atmak yerine ertesi sabah geri döndüğünde atmayı yeğliyorsun. ve gerçekten de sabah geri döndüğünde koca bir tepsiden geriye sadece kırıntılar kaldığını görüyorsun. şaşırmış gibi yapıyorsun ama buna hiç gerek yok. kurabiyeleri atmak için neden sabahı beklediğini ikimiz de biliyoruz.

bana karşı dükkandaki sarı bisikleti alacağın gün gelmek üzere.