elindeki poşetleri kapının yanında yere bıraktı. bana doğru yaklaştı. az önce çok kötü oldum dedi. size nasıl yardım edebilirim dedim. ona nasıl yardım edebileceğimi sordum. o beni duymamış gibi yaptı ama aslında böyle birşey mümkün değildi. çünkü yeterince yüksek sesle söyledim. duymaması fizik kurallarını hiçe saymak olur. duydu beni ama umrunda değildi ne dediğim. en yakındaki sandalyeye oturdu. hala ne kadar kötü olduğunu mırıldanıp duruyordu. neden bu kadar kötü oldum acaba dedi. gözlerime bakıyordu. gerçekten merak eder bir hali de vardı. sanki bu kez cevabımı duymazdan gelmeyecekti. ama kendimi riske atmadım. onu duymazdan geldim. ve bir bardak su getirmek için mutfağa yürüdüm. önüne koydum suyu o hala bana bakıyordu görebiliyordunuz. ve yemin ederim merakından ölüyordu. neden bu kadar kötü olmuştu. ağzının kenarından akan suyu izliyordum.
eliyle ağzından akan suyu sildi ve keşke bu kadar kötü olmasaydım dedi.
aklınızda bulunsun diye sesleniyor arkamdan pastaneci, herkesin öksürdüğü şeyler olabiliyor. yürüyorum, midemdeki kremalı bulamaçtan sesler geliyor. herkeste aynı etkiyi yapmıyor diyor pastaneci, benimle birlikte yürüyor olduğunu şimdi farkediyorum. varsın yürüsün. lütfen diyor lütfen bekleyin, benimle birlikte koşuyor. isterseniz geri dönelim diyor, omuzumu tutunca duruyorum. biliyorsunuz pastaneye bakmam lazım ve sizi bu durumda bırakamam. koşmaya tekrar başladığımda, artık peşimden gelmiyor. bari güzel şeyler düşünmeye çalışın diyor, ayıları falan mesela. pastanecinin söylediği son sözler ağacın altında çıkarmaya mecbur bırakıyor beni. yere saçılmış bulamaca bakıyorum. feci derecede pastaneciye benziyorum.