masada oturuyorum. etrafta bir kalabalık. önümde bir tepsi. tepsinin içinde saymadım ama bir sürü bardak. ve bardaklara sürahiden hep aynı sesle dökülen kompostonun sesi. ve rengi. koyu pembe, vişneli. sonra baş ağrısı baş ağrısı. neyin var neyin var. noldu noldu.
biraz bebeklerden konu açılır kubbe vardı üstümüzde. bana hiç iyi gelmedi dedim bu hava böylece. halbuki kubbe ne kadar güzeldi.
kaldırımın kenarına otururken gördüm mesela en son. o zaman iyiydik bile.
koyu pembe, vişneli mi bilmiyorum. içmedim.
aklınızda bulunsun diye sesleniyor arkamdan pastaneci, herkesin öksürdüğü şeyler olabiliyor. yürüyorum, midemdeki kremalı bulamaçtan sesler geliyor. herkeste aynı etkiyi yapmıyor diyor pastaneci, benimle birlikte yürüyor olduğunu şimdi farkediyorum. varsın yürüsün. lütfen diyor lütfen bekleyin, benimle birlikte koşuyor. isterseniz geri dönelim diyor, omuzumu tutunca duruyorum. biliyorsunuz pastaneye bakmam lazım ve sizi bu durumda bırakamam. koşmaya tekrar başladığımda, artık peşimden gelmiyor. bari güzel şeyler düşünmeye çalışın diyor, ayıları falan mesela. pastanecinin söylediği son sözler ağacın altında çıkarmaya mecbur bırakıyor beni. yere saçılmış bulamaca bakıyorum. feci derecede pastaneciye benziyorum.